Korku & Kültür-Sanat,  Korku Sineması

Longlegs Film İncelemesi: Ne Anlatıyorsun Cambaz?


-Bu yazı sürprizbozan(spoiler) içermektedir.-


Kuzuların Sessizliği‘nden Bu Yana Çekilmiş En İyi Seri Katilli Korku Filmi”

Bu ifade öyle büyük bir iddia ki, duyduğunuzda beklentiye girmemek imkansız. Herhangi bir şeyi hızla göklere çıkarmak ve aynı hızla yerin dibine sokmak, çağımızın hastalığı haline geldi. Sadece bir kek pişirerek dünyanın en iyi şefi olabilirsiniz yahut görüntüsü kötü olduğu için (çünkü sosyal medyada tatma imkanı yok) ölmenizi dileyen kalabalıklarla karşılaşabilirsiniz. Hâl böyle olunca, bir sanat eserinin de bundan nasibini alması kaçınılmaz oluyor.

Bu yazıya böyle giriş yapmamın sebebi, Longlegs’in son birkaç yılın en çok abartılan filmi olduğunu düşünmem. Filmden sonra terapilere gitmek zorunda kaldığını iddia edenlerden tutun, sinema salonunda sinir krizi geçirdiğini söyleyenlere kadar her türden abartılı yorumla karşılaştım. Hatta, bu zamana kadar böyle bir “deneyim” yaşamadığını söyleyenler bile var. O kadar şişirildi ki, kiminde büyük beklentiler, kiminde ise önyargılar oluşturdu. Bu durumu her yıl birçok filmde yaşıyoruz çünkü sanırım artık dopamin reseptörleri perişan olmuş bir izleyici kitlesi, ortalama yorumlara rağbet göstermiyor.   

Yeri gelmişken bir not düşeyim; bu “deneyim” lafı da beni rahatsız etmeye başladı. Bir şey biraz iyiyse hemen “deneyim” etiketi yapıştırılıyor. Oyun değil deneyim, film değil deneyim… Oyun ya da film, özünde sıradan bir şey mi ki “deneyim” denince kıymeti artıyor?

Bir adım geri giderek şunu belirteyim: Longlegs aslında kötü bir film değil ve hatta çok daha kötü filmler izledim. Ancak bu filme karşı isyan bayrağını çekmemin sebebi, sadece yürütülen reklam kampanyası değil. Tüm sebeplerinden bahsedeceğim. Hakkında ne kadar övgü varsa bagajına atıp yola çıkan Longlegs’i anlatmaya başlayayım.

Film çarpıcı bir sahneyle başladı ve “İyi bir şey izleyeceğim” diyerek koltuğuma iyice yerleştim. Çarpıcı açılışın ardından insanı adeta beyninden vurulmuşa döndüren bir sahne daha ve insanı iyi bir şey izleyeceğine daha da ikna eden bir psikolojik test sahnesiyle çıta yükseldi. Ancak maalesef yükseldiği hızda da düştü.  

Oz Perkins, The Blackcoat’s Daughter filminden tanıdığım bir yönetmen ve o filmi severim. Şeytan musallatını olabilecek en özgün şekilde ele alan, durağan olmasına rağmen asla sıkmayan bir film. Bu film, Longlegs’in temposu hakkında da ipuçları veriyor, çünkü yönetmenin anlatım tarzı bu. Ancak The Blackcoat’s Daughter’da gizemi son sahneye kadar korumak adına bir hile yapmıştı ve bu benim hiç hoşuma gitmemişti. The Blackcoat’s Daughter’da baş karakterin farklı zaman dilimlerindeki hallerini farklı oyunculara oynatarak kimliğinin bilinmesini engellemişti. Longlegs’de ise, bu kadar büyük bir kabahat işlemiyor fakat tüm olay etrafında dönmesine rağmen asla şüphe etmeyen ve şüphe çekmeyen bir karakteri izliyoruz. Film çözüm aşamasına girdiğinde ise bu durumun arkasında çok da büyük bir sebep görmüyoruz. Bu durum beni hiç ikna etmedi. Küçücük bir ipucu hatırlasa tüm gizem çözülecek! Yahut koskoca FBI işe alımdan önce personelinin geçmişiyle ilgili biraz titiz davransa işler farklı bir yöne gidecek. Perkins, bu tarzı klasik senaryo gizemlerinden kaçınmak için yapıyor olabilir, ancak böyle bir yan yola sapması filmlerin ikna gücünü azaltıyor.

Kusursuz teknik bir filmi film yapmaya yeter mi?

Teknik anlamda kusursuza yakın bir film. Harika bir atmosfer, muhteşem kadrajlar, çok iyi renkler ve enfes bir ses tasarımına sahip. Ancak ne yazık ki tüm bunlar, bu filmi iyi bir film yapmaya yetmiyor. Filmin öyküsündeki sorunlar, teknik başarısıyla birleşince aklıma şu soru geldi: “Aklına güzel sahneler mi geldi de bunları bir bağlama oturtup film haline getirmeye mi çalıştı?” Tabii ki böyle olmadığını biliyorum. Hatta Longlegs’in, Oz Perkins’in çocukluğuna dair bir alegori olabileceği yönünde iddialar var. Bilmeyenler için, Oz Perkins Psycho filminin başrolü Anthony Perkins’in oğlu. Ancak aile ve çocuk çatışması teması da iyi açıklanmamış. Bu durumda film ne tam bir polisiye, ne tam bir korku, ne de tam bir gerilim haline geliyor. Hepsinden bir parça barındıran ama hiçbirinde derinleşemeyen görsel bir şölen…

Sadece sinematografisi için izlediğim filmler olmadı değil, ama bu filmi izlerken artık buna yeterince maruz kaldığımı ve sıkıldığımı fark ettim. Bu yönde bir eleştiri yaptığımda ise “ama sinematografisi” diye başlayan ahkamlar dinliyorum. Düşünün: Güzel ambalajlanmış ama bazı problemleri olan, pahalı bir ürün alıyorsunuz. Üretici bu problemleri kabul edip düzeltmeyi tercih etmiyor çünkü gerek yok; ürünün fanatikleri, sizin sesinizi bastırana kadar savunma yapıyor. Bu durum beni artık gerçekten rahatsız etmeye başladı. “Bu düşük bütçeli film mi senin isyan bayrağını çektirdi?” diye sorarsanız, evet. Çünkü ben bir korku tutkunu olarak iki puanlık korku filmlerini dahi izleyen biriyim. Cin filmleri furyasına bile vakit ayırıyorum ve bunu severek yapıyorum. Ancak burada bardağım taştı. Bu kadar övülen şeyin ne olduğunu anlamadım. Güzel görüntüler izlemek tek başına bana yetmiyor. Çeşitli sahnelere saklanmış boynuzlu şeytan silüetleri hoş, ama bu tarz şeyler için takip ettiğim çok sağlam fotoğraf ve video sanatçıları var. Çünkü ben, önemli olanın hikaye anlatıcılığı olduğunu savunurum. İnsanlık tarihinin başından beri var olan bir şeydir hikaye anlatıcılığı. Medeniyetin de en önemli parçalarından biridir. Sinema ise bunun yollarından bir tanesidir. Bu yüzden hikayesini doğru anlatamayan bir filme kızmaya hakkım var.

Gelgelelim, yönetmen de işin içinden çıkamadığının farkında olacak ki, filmin son on dakikasında tüm gizem “Bir varmış, bir yokmuş” tadında seyirciye açıklanıyor. Bu açıklama senaryo içine hissettirilmeden yedirilmek yerine, resmen seyirciye anlatılıyor.  

Nicholas Cage hakkında da bir şeyler söylemem gerekirse; neden bu kadar övüldüğünü anlamadım. Aşırı makyajlı ve yapısı gereği büyük oynanması gereken bir karakteri güzel oynamış, ama daha fazlası değil. Maika Monroe ise eleştirilmiş ama karakterini gayet güzel yansıttığını düşünüyorum. Çığlık kraliçesi adayı olarak Mia Goth, Jenna Ortega, Melissa Barrera ve Emma Roberts gibi güçlü rakiplerin arasında olmayı fazlasıyla hak ediyor.

Film sadece “Longlegs şeytanın bir esiri miydi?” sorusuna cevap veriyor. Arabada sinir krizi geçirdiği sahneden anlıyoruz ki, cambazımız şeytanın esiri ve tüm yaptıklarını bu yüzden yapıyor. İlk fırsatta da bundan kurtuluyor. Ancak bunun dışındaki sorular cevapsız kalıyor.

Uzun lafın kısası, bu kadar reklam yapılmasa bu kadar sert bir yazı yazmazdım. Bunun farkındayım. Her yıl vizyona giren onlarca kötü korku filminden çok farklı bir yerde değil, hatta bunca eleştirime rağmen hâlâ çoğunun üzerinde. Ama içimi böyle dökmek hoşuma gitmedi değil. Longlegs’den hareketle “sanatsal korku filmleri” (ne demekse) yani nam-ı diğer “elevated horror” türü hakkında da yazmak istiyordum, ama bu yazı çok uzayacak. Bu konuyu daha detaylı ele almak istediğim için sonraya bırakıyorum.  

Bu yazıyı yazarken IMDb puanı 6.7 görünüyordu; biraz daha düşecektir diye tahmin ediyorum. Bende 4.5’dan 5 verdim gitti

1987 yılında Eskişehir'de doğdum. Yerel gazetelerde sinema yazıları yazdım. Arkadaşlarımla Getik Fanzini çıkarttım. Sonrasında basılı neşriyat serüvenime son verip podcast mecrasına geçiş yaptım. 2019 yılından bu yana Kat3Daire5 podcastte ve Kat3Daire5 YouTube kanalında içerik üretiyorum.

Bir Cevap Yazın

Korku101 sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin