
Sinema Tarihinin En İyi Whodinitlerinden Biri: Sleuth (1972) Film İncelemesi
Çok kültürlülük, özellikle 2.Dünya Savaşı sonrasında artan kitlesel göçler nedeniyle politik zeminde daha çok göz önüne çıkmaya başlamış bir durum olarak görülmektedir. Çok kültürlülüğün ifade ettiklerini üç farklı durumla açıklamak mümkündür. Birincisi bu durum modern dünyanın en mühim birleştirici gücü olan milliyetçiliğe aykırılıktır. İkincisi azınlık olan gruplar için çok kültürlülük bir telafi edicilik ve tanınma imkânı sağlar. Üçüncü olarak ise anti-kolonyal söylemin bir mücadelesidir. 1972 yapımı olan ve yönetmenliğini Avrupa kökenli Amerika doğumlu Joseph L. Mankiewicz’in yapmış olduğu Sleuth filmini ise çok kültürlülük ve göç zemini üzerinden değerlendirmek yanlış olmayacaktır.
Sleuth, Andrew Wyke isimli ünlü bir polisiye yazarının,karısıyla birlikte olan İtalyan kökenli Milo Tindle’ı evine davet etmesiyle başlayan, iki karakter üzerinden ilerleyen ve tek mekânda geçen farklı bir whodunit anlatısına sahip. Kurbanın bir davetiye ile cinayetin işleneceği köşke gelmesi ve aslında kurbanın ahlaksal açıdan suçlu olması gibi olgular temel whodunit anlatısında mevcut olan durumlar üzerinden şekillense de Sleuth inşa ettiği plot twistleri çok yerinde kullanarak tür sinemasında kendine özgü bir yer ayırmayı başarıyor. Ayrıca göçmenlik, çok kültürlülük ve sınıf çatışması gibi alt metinlerini diyaloglar arasına serpiştirerek de karakterler arasındaki çatışmanın heyecan verici olmasını sağlıyor. Buradaki çatışmanın bu kadar başarılı bir şekilde işlenmesinin nedeni de Sleuth’un aslında bir tiyatro oyunu olmasından kaynaklı olabilir.

Büyük Britanya ve Kuzey Avrupa özellikle Doğu Avrupa’dan göç almıştır ancak bu göçler daha çok politik ve dinsel nedenlerden ötürüdür. 2.Dünya Savaşı sonrasında oluşan göçlerin ise daha çok kendi ülkelerinde iş bulamama ve politik nedenlerden kaynaklı olduğu söylenmektedir. Bilhassa Büyük Britanya bu Avrupa içindeki göç dalgasından etkilenmiş ve özellikle İtalya’dan göç almıştır. Tarih boyunca İtalyanlar Büyük Britanya’ya göç etmiş olsa da savaş sonrasında bu durum kitlesel bir göç halini almıştır. Bu doğrultuda filmde elit bir İngiliz ile İtalyan kökenli bir karakterin tercih edilerek bir çatışma durumuna sokulmasının tesadüf olduğu düşünülemez. Bu çatışma içerisinde Sir Wyke sürekli Milo’nun orta sınıftan olduğunu ve dolayısıyla karısına parasının yetemeyeceğini söylerken bir yandan da onun İtalyan kökenine vurgu yaparak bir İngiliz olmadığını belirtir. Ayrıca Milo’nun sınıf atlama arzusunu kullanarak ona oyun düzenlemesinin de milliyetçi, elitist bakış açısı sebepli olduğu düşünülebilir.
Sir Wyke’ın elit bakış açısı hakkındaki düşüncelerini, yazdığı polisiye romanlarının aslında elitler ve düşünen insanlar için olduğu vurgusunu sürekli yapmasından anlayabiliriz. Popüler kültür malzemesi olarak görülen polisiyelerin aslında içerebilecekleri karmaşık bulmacalar ve alt metinler sebebiyle seçkin kültüre ait olabileceği de söylenmektedir. Sir Wyke ise kendi ürettiği eserleri elitlere ait bir seçkin kültürün tüketimi için üretmektedir. Bu durumda Milo onun ürettiği eserleri anlamaya layık değildir ve kendi eğlencesi için harcanacak bir kukladan ibarettir. Hatta öyle ki onu ölümüne korkutmak bile onun için anlamsız bir eğlencedir. Filmin ikinci yarısında Milo’nun dedektif kılığına girerek Sir Wyke’a ölümcül bir oyun düzenlemesi ise alt ve orta sınıfın elitlerden almak istediği intikama bir vurgu olarak bakılabilir. Ancak bu oyun ise onun hayatına mal olacaktır.


