Folklorik Korku,  Korkunç Varlıklar

Folklorik Korkunun Değişmez Öğeleri: Dünyadan Korkunç Yaratıklar

Üç harfliler, iyi saatte olsunlar, karışıklar ve daha nice şekilde isimlendirilen varlıklar sadece bizim kültürümüzde yok. Dünyanın hemen hemen her bölgesinde böyle anlatılara ve varlıklara ulaşmak mümkün. Ben de bunların içinde en çok bilinenleri bu yazıda toplamak istedim.

Goatman (Amerikan folkloru)

Latin Amerika’nın Chupacabra efsanesi, Yunan mitolojisinin Pan yahut Satirleri ve ya Keltlerin Cernunnos anlatıları. Bunlardan hangisi diye düşünmeye gerek yok çünkü aslında bunların hepsi. Çünkü Goatman diğer varlıklara göre oldukça genç ve modern bir efsane. Haliyle hepsinden parçalar taşıması ve etkilenmesi oldukça doğal. Creepypasta hikayeleri ve internet efsaneleriyle büyüyen Amerikan folklörünün modern efsanesi Goatman. Bu efsaneyle alakalı en bilinen anlatı, bir genetik deneyin ters gitmesi ve deneyi yapan bilim insanının bu yaratığa dönüşmesidir. Maryland eyaletine ve genellikle Prince George’s County civarındaki ormanlık alanlarda görüldüğü söylenir. İnsanlara saldırdığı, evcil hayvanları öldürdüğü ve hatta insanları baltayla kovaladığı anlatılır. Bazı hikayelerde, Goatman’in bir tren köprüsünde yaşadığı söylenir. Kentucky eyaletinde anlatılan versiyonunda ise Popelick Creek Köprüsü civarında dolaşır. Bu versiyonun, insanları köprüden aşağı atarak ya da hipnoz ederek ölümüne neden olduğu anlatılır. 

“Keçi-insan formu, Baphomet gibi şeytani figürlerle olan bağlantısı nedeniyle insanlarda doğuştan bir korku uyandırır. Bu nedenle Goatman’in tasviri, bilinçaltımıza yerleşmiş bir korkuyu modern anlatılarla yeniden yüzeye çıkarır.”

Temsili Goatman görseli
Temsili Goatman görseli

La Llorona (Meksika folkloru)

Latin Amerika’nın en ünlü korku figürlerinden biri olan La Llorona, duyduğunuzda tüylerinizi diken diken eden o feryadıyla bilinir. Adı, kelime anlamıyla “Ağlayan Kadın” demektir ve onun hikayesi nesiller boyunca karanlık bir uyarı masalı olarak anlatılagelmiştir. Peki, bu trajik ama ürpertici figür tam olarak nedir? Bir hayalet mi, yoksa yalnızca efsanelere hapsolmuş bir gölge mi? Belki de biraz ikisi birden.

La Llorona’nın en bilinen anlatısı, bir zamanlar Maria adında güzelliğiyle meşhur bir kadının hikayesidir. Maria, zengin bir adamla evlenir ve bu evlilikten iki çocuğu olur. Ancak bir süre sonra kocası onu terk eder ve başka bir kadınla birlikte olmaya başlar. İşte bu noktada Maria’nın içindeki acı, kontrol edilemez bir öfkeye dönüşür. Çocuklarını bir nehirde boğarak öldürür ve ardından pişmanlık içinde kendini aynı nehirde boğar. Ancak ölümü, onun trajedisinin sonu değil, yalnızca başlangıcıdır. Maria’nın ruhu huzur bulamaz; ne çocuklarının yasını tutmayı bırakabilir ne de yaptığı korkunç şeyden kaçar. Ve böylece La Llorona doğar: Çocuklarını ararken ağlayan bir hayalet.

Efsane, La Llorona’nın nehir kenarlarında dolaştığını ve “Mis hijos! Mis hijos!” (Çocuklarım! Çocuklarım!) diye ağladığını söyler. Ama bu feryat yalnızca bir ağıt değil; aynı zamanda bir uyarıdır. Çünkü La Llorona, yalnızca kendi çocuklarını değil, kaybolmuş ya da terk edilmiş başka çocukları da arar. Kimilerine göre onları kendi yerine alır; kimilerine göre ise intikam almak için masum ruhları yanına çeker.

Efsanenin farklı versiyonları Latin Amerika’nın dört bir yanına yayılmıştır. Kimisi La Llorona’yı bir iblis olarak görür, kimisi ise sonsuz bir pişmanlıkla cezalandırılmış trajik bir figür. Ancak her anlatının ortak noktası şudur: La Llorona’yı duymak kötü bir şeyin habercisidir. Onun ağlayışını duyan kişinin ölümü yakın demektir ya da en azından ciddi bir felaket kapıdadır.

La Llorona’nın hikayesi yalnızca korku öğeleriyle değil, aynı zamanda toplumsal bir boyutla da ilginçtir. O, ihanet, pişmanlık ve annelik temalarının bir karışımıdır. Onun hikayesi, hem kadınların yaşadığı baskıları hem de toplumsal beklentilerin yarattığı trajediyi içinde barındırır. Bu yüzden, Meksika folklorunda La Llorona sadece bir hayalet değildir; o, aynı zamanda bir kültürün ve tarihin haykırışıdır. Öte yandan son derece ataerkil anlatıyla şekillenmiş olduğu ve meselenin tam olarak da böyle yaşanmamış olabileceği şüphesini koruyalım. Çünkü bunca zamandır üzerine çalıştığımız anlatılardan öğrendiğimiz bir şey varsa o da bu tip motiflerin vicdan rahatlatmak amacıyla ortaya çıkmış olabileceğidir. Bu noktada Balıkesir, Akçay’daki Sarıkız efsanesine de benzettiğimi söylemeliyim. Özetlemem gerekirse: Belki de bu tür anlatılar, toplumsal vicdanın kendi günahlarını maskelemek için yarattığı birer canavardır. Hikaye her zaman böyle yaşanmamış olabilir; ne de olsa tarih genellikle kurbanların değil, güç sahiplerinin kaleminden çıkar.

La Llorona’nın trajik feryadı, her duyduğunuzda hikayenin ne kadar eskidiğini unutturur. Çünkü onun ağlayışı, insanlığın kadim korkularına dokunan bir yankıdır: Kaybetmek, yalnızlık ve affedilmez hatalar. Belki de bu yüzden, La Llorona efsanesi bugün hâlâ bu kadar güçlü ve etkileyicidir. Onu nehir kenarında görmeseniz bile, duyacağınız bir hikaye bile karanlıkta bir an durup düşünmenize neden olabilir: “Ya gerçekten oradaysa?” 

Temsili La Llorona Görseli
Temsili La Llorona görseli

Black Annis (İngiliz folkloru)

İngiltere’nin karanlık köylerinden birinde, yerleşimlerin dışındaki ormanlarda sessizce dolaşan, yalnızca gölgelerdeki hareketlerle fark edilen korkutucu bir figür vardır: Black Annis. Onun adı, tüyler ürperten doğasını adeta özetler: Siyah, korkutucu, acımasız ve bir o kadar da eski. Kendisinin bir hayalet mi yoksa bir canavar mı olduğuna dair net bir bilgi yoktur, ama bu noktada kimse ne olduğuyla ilgilenmez. Çünkü herkesin bildiği bir şey vardır: Black Annis, geceyi sahiplenir ve küçük çocukları avlar.

Black Annis’in hikayesi, tarih boyunca, özellikle de Kuzey İngiltere’deki kırsal kesimlerde nesilden nesile aktarılmıştır. Genellikle eski bir kadın, yüzü şişmiş ve cildi morarmış bir şekilde tasvir edilir. Uzun pençeleri, korkunç dişleri ve elinde taşıdığı deri bir çanta vardır. Bu çantanın içinde, nehir kenarlarında ya da ormanlarda kaybolmuş çocukların kemikleri ve parçalanmış bedenleri bulunmaktadır. Bir zamanlar yaşamış bir insan olduğu söylenir, ama korku verici efsane, onun bir tür doğaüstü varlığa dönüşmesini anlatır.

Birçok versiyonunda, Black Annis’in aslında bir cadı olduğu ve yaşadığı köydeki halkı korkutmak için çeşitli büyüler yaptığı anlatılır. Ama bir diğer anlatıya göre, o sadece bir kadın değil, bir tür doğa tanrıçasıdır; fakat onun tanrısallığı, zamanla içindeki karanlık gücün farkına varan halk tarafından “kötü” olarak adlandırılmıştır. Zamanla, ormanın derinliklerinde kaybolan çocukların ve kayıp insanların öyküsü birleşmiş, Black Annis’in “avcılığı” bu korkunç yaratığa has bir özellik haline gelmiştir.

Efsaneye göre, Black Annis’in avı, yalnızca fiziksel değil, psikolojik bir boyut taşır. Çünkü bir çocuk onu gördüğünde, korkusu öylesine derindir ki, nehrin kenarındaki çalılıklarda ya da ağaçların arasında bir gölge bile görse, bir anlık korkuyla yerinden kıpırdayamaz. Bu, ona avı kolaylaştıran bir avantaj sunar: Korkuyla paralize olmuş bir çocuk, Black Annis için son derece kolay bir avdır.

Bazı halk inançlarına göre, Black Annis’in gölgesi, çocuğu anında etkisi altına alır. Çocuk yere düşer ve bayılmak üzereyken, Black Annis onu alıp çantasına koyar. O noktada, kimin gerçekten ölü, kiminse yaşadığına dair hiçbir şey net değildir. Zaten, halk arasında anlatılanların çoğu, “Black Annis’i görmek, sonun başlangıcıdır” şeklinde biten bir kalıp haline gelmiştir.

Bir diğer ilginç detay ise, Black Annis’in ava yalnızca geceleri çıkmıyor olmasıdır. İlerleyen yıllarla birlikte, köylüler onun yalnızca gece avladığını düşünürken, korkularını pekiştiren bir başka faktör de gündüzleri gölgelerde beliren onun silüetidir. Gerçekten orada mı, yoksa sadece bir korku figürü mü? Bu, Black Annis’in karanlık ve bilinçaltına işleyen etkisini derinleştirir.

Black Annis, tıpkı bir başka İngiliz efsanesi olan Spring-Heeled Jack gibi, zaman içinde halkın kolektif korkularını şekillendiren, bilincin derinliklerinden beslenen bir figür haline gelmiştir. Onun hikayesi, kaybolan çocuklar, terkedilmiş köyler ve karanlık ormanların sessizliği arasında yankı bulur. Gerçekten var mı? Kimse kesin olarak söyleyemez, ama bir köyde, karanlık bir gecede, kaybolan her çocukla birlikte, adının daha da çok anılacağı kesindir. 

Bu efsane ilginizi çektiyse Shyamalan’ın The Village filmini öneriyorum.

Temsili Black Annis görseli
Temsili Black Annis görseli

Kuchisake-Onna (Japon folkloru)

Japonya’nın en korkutucu ve tüyler ürpertici halk efsanelerinden biri olan Kuchisake-Onna, adıyla bile insanın tüylerini diken diken etmeye yeten bir figürdür. Türkçeye “Yaralı Ağızlı Kadın” veya “Ağzı Yarık Kadın” olarak çevrilebilecek bu varlık, Japon korku kültürünün derinliklerine inmiş ve zamanla halk arasında yayılan bir korku figürüne dönüşmüştür. Kuchisake-Onna’nın hikayesi, acının, ihanetin ve intikamın iç içe geçtiği bir masaldan çok daha fazlasıdır. Peki, bu korkutucu kadın kimdir ve ne ister?

En bilinen versiyona göre Kuchisake-Onna, eski bir zamanlarda güzelliğiyle meşhur bir kadındı. Ancak bir gün, eşinin sadakatsizliğini öğrenir ve öfkesine yenik düşerek kocasını öldürür. Efsaneye göre, öfkesi ve kininden dolayı, bir cerrah tarafından çirkinleştirilmiş ve ağzı kulaklarına kadar kesilmiştir. Amacı, ihanetinin bedelini ödemek olan bu kadının yüzü, acı ve intikam arzusuyla sonsuza kadar deformasyona uğrar. Artık, bu dehşet verici görünüşüyle, yaşayanlara yaklaşarak onlara aynı korkuyu yaşatmaya başlar.

Kuchisake-Onna’nın en korkutucu özelliklerinden biri, kurbanlarının ona verdiği cevaba göre nasıl öldürdüğüdür. Hikayelere göre, bu kadın, karşısına çıkan kişiye yaklaşır ve ona “Beni güzel buluyor musun?” diye sorar. Eğer kişi “Evet” derse, o zaman kadın ağzını daha da açarak “Peki şimdi?” diye sorar ve kurbanını vahşice öldürür. Eğer kişi “Hayır” derse, o zaman kadının çirkinleşen yüzü, kurbanını sadece bir tehdit olarak bırakmakla kalmaz, onları ölüme mahkum etmeden önce korku içinde bir psikolojik işkenceye tabi tutar. Bu çok katmanlı ve karmaşık yapısı, Kuchisake-Onna’yı sadece korkutucu bir figür değil, aynı zamanda bir tür psikolojik ve toplumsal eleştiri olarak da yorumlanabilir.

Kuchisake-Onna’nın, toplumun ve kültürün içinde yetişen güzellik ve sadakat kavramlarıyla ne kadar çelişkili bir varlık olduğunu görmek mümkündür. Bu figür, dışarıdan bakıldığında oldukça güzel, fakat içsel olarak acıya, öfkeye ve kinin büyümesine tanıklık etmiş bir kadındır. Toplumsal normlara uymayan, ihanetin ve sadakatsizliğin bedelini çok sert bir şekilde ödeten bir figürdür. Bir yandan kadınların toplumsal olarak görsel ve davranışsal açıdan nasıl bir güzellik baskısına tabi tutulduklarını, diğer yandan da ihanet etmenin feci sonuçlara yol açabileceğini anlatan bir hikayedir. Kuchisake-Onna, erkek egemen bir toplumun kadına biçtiği rol ile, kadının kendi kimliğini bulma mücadelesinin simgesidir.

Efsane, yıllar geçtikçe evrimleşmiş ve Kültürel ve sosyal açıdan farklı versiyonları ortaya çıkmıştır. Ancak, her versiyonda aynı sonuçla karşılaşırız: Kuchisake-Onna her zaman bir tehlike olarak varlığını sürdürür ve her zaman intikam almak için karşımıza çıkar.

Ve şunu da unutmamak gerekir ki, bu tür korkular daima bir uyarıdır. Japon kültüründeki bu hikayeler, çoğu zaman toplumsal kuralların ve kalıpların ihlali sonucu ortaya çıkan korkulara dayanır. Kuchisake-Onna, toplumsal normlara başkaldıran bir varlık olarak, her zaman korku yaratmaya devam edecektir. Onun hikayesi, hem bireysel hem de toplumsal bir anlam taşır. Direkt aynı konu işlenmese de aklıma geldi ve ilgilisine Kōji Shiraishi’nin found footage türündeki Noroi filmini önereyim dedim. Kötü mü ettim? 

Temsili Kuchisake-Onna görseli
Temsili Kuchisake-Onna görseli

Mngwa (Afrika folkloru)


Mngwa, Tanzanya’nın doğusunda ve çevresindeki köylerde anlatılan korkutucu bir yaratıktır. Büyük ve vahşi bir kedi ailesine ait olarak tanımlanır, fakat en dikkat çekici özelliği, fiziksel varlığının nadiren görülmesi, onun yerine sadece tahribatını görmekten duyulan korkudur. Mngwa, halk arasında “görünmeyen tehlike” veya “fısıldayan korku” olarak bilinir. Bazı anlatılara göre, Mngwa aslında tanrıların verdiği güçlerle daha fazla güç kazanan bir yaratıktır, diğerlerine göreyse doğanın düzenini bozan bir mutasyonun sonucudur. Her halükarda, Mngwa’nın en büyük tehdidi, etrafındaki köyleri ve kasabaları tehdit etmesidir.

Mngwa’nın varlığı, onun zırh gibi sert derisiyle avlarını kolayca öldürebilen, hızla hareket eden ve doğrudan avına saldıran bir yaratık olarak tanımlanır. Fakat en korkutucu olan şey, çoğu zaman Mngwa’nın varlığını hissetmek, ama gözle görmek neredeyse imkansızdır. Onun avlanma tarzı, doğanın en karanlık köşelerinde dolaşan bir hayalet gibi, doğrudan bir tehditten ziyade, görünmeyen bir şeyin yaratacağı korkudur.

Mngwa’nın efsanesi, sadece Afrika’nın derinliklerinde bir korku kaynağı değil, aynı zamanda dış tehditlerin, bilinmeyen tehlikelerin ve hayatta kalma mücadelesinin bir simgesidir. Her hikaye, insanların karşılaştığı zorlayıcı ve tehlikeli dış güçlerin sembolüdür. Bu yaratığın korkusu, yalnızca fiziksel bir tehlike değil, aynı zamanda toplumsal yapıları tehdit eden, toplumların düzenini bozan, hatta insan ruhunun en karanlık köşelerine ışık tutan bir anlam taşır. Mngwa’nın büyük bir yaratıktan öte, toplumların ve bireylerin içsel korkularının dışa vurmuş hali olduğu söylenebilir. Bu bağlamda Mngwa’ya afrikalı godzilla dersem kızar mısınız?

Temsili Mngwa görseli
Temsili Mngwa görseli

Ghouls (Arap folkloru) ve Gulyabani (Türk folkloru)

Arap folklorunda, “ghoul” (ghul), karanlık, korkutucu bir varlık olarak tanımlanır ve genellikle mezarlıklarda veya terkedilmiş yerlerde yaşayan, ölülerin etini yiyen ya da kaybolmuş insanları avlayan bir yaratık olarak tasvir edilir. Ghoullar, korkutucu özellikleriyle halkın en derin korkularına hitap eden varlıklardır ve Arap dünyasında, özellikle gece vakti çocukları ya da yalnız gezenleri tehdit eden bir figür olarak bilinir. Ghoullar, insanların kaybolmasını veya ölümünü arzulayan bir doğaya sahiptir.

Ghoulların genellikle insan formunda oldukları anlatılsa da, zaman zaman hayvan şeklinde veya çirkin, grotesk bir biçimde de betimlenebilirler. Ghoullar, aç gözlülükleri ve vahşi doğaları nedeniyle, halk arasında halk masallarında ya da uyarıcı hikayelerde sıkça yer bulurlar. Gerçekten de, ghoullar sadece fiziksel bir tehdit değil, aynı zamanda toplumun düzeni ve gelenekleriyle de bağlantılı olarak, bireylerin sosyal normlara ve kurallara karşı gelen davranışlarını cezalandıran varlıklardır.

Arap folklorunda ghoulların ortaya çıkışı, genellikle bir tür lanet veya kötü ruhla ilişkilendirilir. Ölülerin ruhları ya da hayatta kalmaya çalışan kötü niyetli varlıklar olarak, ghoullar genellikle kabirlerin etrafında dolaşırlar. Birçok efsaneye göre, ghoullar, sadece ölülerin etini yemekle kalmaz, aynı zamanda insanları hipnotize ederek ya da tuzağa düşürerek onları kendi tuhaf dünyalarına çekerler. Çoğunlukla, ghoulların en belirgin özelliği, onları durdurmanın neredeyse imkansız olmasıdır. Onlar, insanları tuzağa düşürüp, onların zayıf noktalarından faydalanarak, korkunun üstüne korku ekleyen bir tür karanlık figürdür.

Bazı anlatılarda, ghoullar, doğrudan ölülerle bağlantılı iken, bazen de ölülerin kendilerini hayata geri döndürmeye çalışan kötü ruhlar olarak görünürler. Bir başka yaygın anlatıda ise, ghoullar bir tür “vampir” gibi, hayatta kalanları taklit ederek onları yutarlar. Bunlar, genellikle toplumsal normlardan sapma, günah işleme veya bozulmuş etik değerler gibi temalarla iç içe geçmiş hikayelerdir.

Ghoulların modern anlatılarda, özellikle korku filmleri ve edebiyatında, genellikle başka kötü varlıklarla karıştırılması veya grotesk şekillerde yeniden betimlenmesi sıkça görülen bir durumdur. Bunun yanında, ghoullar modern kültürün çoğu zaman “ölüm” ve “yeniden doğuş” gibi temalarla harmanlanmış şekilde işlenir. Yine de, asıl geleneksel anlamları, korkunun ve ölümün simgesi olmanın ötesinde, kültürel ve toplumsal düzeni ihlal eden bir yaratık olarak, halkların bilinçaltına yerleşmiştir.

Türk folklorunda da benzer bir varlık olan gulyabani, tıpkı ghoullar gibi ölülerin etini yiyen ve terkedilmiş yerlerde yaşayan korkutucu bir figürdür. Gulyabani, Türk halk hikayelerinde, genellikle karanlık ormanlarda, mezarlıklarda ya da terkedilmiş köylerde dolaşan bir varlık olarak tanımlanır. Ghoullardan farklı olarak, gulyabani figürü, halk arasında doğrudan bir kötülük ve ölüm habercisi olarak betimlenir. Yine de, gulyabani de, kaybolan insanları arayan ve onları tuzağa düşüren bir yaratık olarak tasvir edilir.

Gulyabani ve ghoul arasındaki benzerlikler, her iki yaratığın da ölülerin etini yemesi ve insanları karanlık yerlere çekerek onları öldürmesidir. Her iki figür de toplumun kurallarını ihlal eden davranışları cezalandıran, halkı korkutan varlıklardır. Ancak, gulyabani, Türk kültüründe daha çok fiziksel bir varlık olarak, ghoulların aksine daha az soyut bir figürdür ve genellikle kaba kuvvetle ilişkilendirilir. Ayrıca, gulyabani, ghoullardan daha çok insan formunda tasvir edilir, ancak grotesk bir biçimde canlanması da mümkündür. En meşhuru Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Gulyabani eseridir fakat asıl ününü Ertem Eğilmez’in Süt Kardeşler filmiyle kazanmış ve her ne kadar komedi filmi olsa da bir dönemin çocuklarını perişan etmiştir. Ne güzel filmdi bir gün fırsat olursa yazmak isterim…

Temsili Gulyabani-Ghoul Görseli
Temsili Gulyabani-Ghoul Görseli

Yara-ma-yha-who (Avustralya mitolojisi)


Hızlı söyleyince daha etkili olan bir yaratık! Tamam tamam bu kötü şaka için özür dilerim ancak belirtmeden geçemeyeceğim Avustralya ve Yeni Zelanda taraflarında içimdeki liseli ergeni ortaya çıkarmaya teşne çok fazla şey var. Folklorik motiflerden tut yer adlarına salak salak sırıtıp kötü şakalar yapmamak için mücadele vermem gerekiyor. Avustralya Aborijin mitolojisinde yer alan ve oldukça korkutucu bir yaratık olan bir varlıktır. Genellikle “ağaç yiyici” ya da “yılan adam” olarak tanımlanır. Avustralya’nın ormanlık bölgelerinde, özellikle gece vakti ortaya çıktığına inanılır. Yara-ma-yha-who’nun fiziksel özellikleri oldukça ilginçtir; kısa, kırmızımsı deri rengi, büyük ağızları ve tüyleri olmayan, ama uzun kolları olan bir figür olarak tanımlanır. Ancak en dikkat çekici özelliği, küçük ve çirkin yapısının yanında, büyük bir açgözlülükle insanları tuzağa düşürüp onları yediği için korku vericidir.

Efsaneye göre, Yara-ma-yha-who, yalnızca çimenlik ve ormanlık alanlarda yaşayan, seyahat eden veya yalnız kalan insanları avlar. İlk başta insanları kandırır, onlara yaklaşır ve bir ağaca benzer şekilde zıplar, ardından onları yakalayarak onları yavaşça yutar. Ama tuhaf bir şekilde, Yara-ma-yha-who’nun sindirim süreci oldukça ilginçtir. Yutulan kişi, vücudunda birkaç gün boyunca hayatta kalır ve Yara-ma-yha-who, onları daha sonra dışarı çıkararak bir tür yeniden sindirme süreci yaşar. Bu, yaratığın sürekli bir “yeniden tüketme” süreci gibi bir şeydir. Bu şekilde, insanlar bir yılan gibi sürekli olarak tüketilip yenilenebilir.

Efsaneye göre, Yara-ma-yha-who’nun tuzağından kaçabilmek için, bir kişinin ona karşı cesurca direnmesi, hatta ona bir şeyler fırlatarak ya da kafa karıştırıcı hareketlerle dikkatini dağıtması gerekebilir. Bir başka yaygın inanç ise, eğer bir kişi, Yara-ma-yha-who’ya karşı iyi davranırsa, yaratık o kişiyi “ödüllendirebilir” ya da hayatını bağışlayabilir. Ancak her zaman olduğu gibi, en iyi tavsiye: Yara-ma-yha-who’nun bulunduğu yerlerden uzak durmak.

Bu varlık, aslında yalnızca korku yaratmakla kalmaz, aynı zamanda insanların doğayla ilişkilerini ve yaşamın zorluklarıyla başa çıkma yollarını anlatan bir hikayeye dönüşür. Yara-ma-yha-who, bir tür uyarıcıdır: Ormanlara girerken dikkatli olmanız gerektiğini, yalnızca doğaya saygı göstererek ve dikkatli adımlar atarak hayatta kalabileceğinizi anlatan eski bir halk öğüdü gibi.

Efsanenin korkutucu doğası, günümüz korku kültürüne de ilham vermiştir. Yara-ma-yha-who’nun teması, sadece halk hikayelerinin ötesinde, insan doğası ve vahşi hayatta hayatta kalma üzerine düşündüren derin bir anlam taşır.

Temsili Yara-ma-yha-who görseli
Temsili Yara-ma-yha-who görseli

Sonuç olarak, dünyanın dört bir yanından gelen bu efsanevi varlıklar, sadece korku ve gerilim yaratmakla kalmıyor, aynı zamanda toplumların tarihini ve korkularını yansıtıyor. Belki de bu yüzden, Goatman’dan La Llorona’ya, Kuchisake-Onna’dan Gulyabani’ye kadar uzanan bu figürler, hem eski zamanların hem de modern anlatıların unutulmaz birer parçası olmaya devam ediyor.

1987 yılında Eskişehir'de doğdum. Yerel gazetelerde sinema yazıları yazdım. Arkadaşlarımla Getik Fanzini çıkarttım. Sonrasında basılı neşriyat serüvenime son verip podcast mecrasına geçiş yaptım. 2019 yılından bu yana Kat3Daire5 podcastte ve Kat3Daire5 YouTube kanalında içerik üretiyorum.

Bir Cevap Yazın

Korku101 sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin